Başlık biraz tık tuzağı gibi, farkındayım. Bilerek yaptım. Anlatmak istediğim şeye doğrudan örnek olduğu için yaptım aslında. İnsanlar okumazlar, onlara yazdığın şeyi okutmak zorunda olan sensin. Onların ilgisini çekmeli, metnin akışına girmelerini ve dış dünyayı o an için unutmalarını sağlamalısın.
Evet, hariçten gazel okumak kolay. Dediğim şeyi yapmak ise gerçekten zor. Burada işin içine giren birkaç farklı şey var. Sırayla anlatmaya çalışacağım, fakat iddia ettiğim şeyi kendim becerememe ihtimalim de epey yüksek. O yüzden gerginim.
İnsanlar okumazlar. Hiç kimse durup dururken rastgele bir romana başlayıp sonuna kadar okumaz. Mutlaka işin içinde tavsiye vardır. Arkadaşı tavsiye eder, kitapçı başından gitmek bilmez ısrar eder, X’te birinin tweet’ine denk gelinir. Listeler yapılır, sayılar çoğalır. Fakat sadece gerçekten okunmak istenenler okunur. Bu neden olur, neden tavsiyeler bizi gerçekten bağlayamaz? Bağlayan ne olur?
İlgi. Başka bir şey değil. İnsan ilgi duymadığı hiçbir şeyde başarılı olamaz. Bu okumak konusunda da böyle. Sadece ilgi duyduğumuz şeyleri okurken kapılır gideriz. Kulağımız sağırlaşır, hayal gücümüz sadece kitaba hizmet etmeye başlar. Zihnimizde sahneler canlanır, savaş meydanında kendimizi görürüz. Bir atı mahmuzlayıp düşman üstüne yürürüz. Yahut gerçekten çok sevdiğimiz bir cihazın kullanma kılavuzunu okurken zihnimizde cihazı kullanmaya başlamışızdır bile. Ne demek istediğimi siz anladınız. Hayal gücünü harekete geçirmek ve onu akışta tutabilmekten bahsediyorum. Bunu nasıl yapabiliriz?
Özellikle edebiyat dünyasında çok geçerli bir söz vardır: “Anlatma, göster!” İşimiz anlatmak, göstermek nereden çıktı? Şuradan çıktı. “Bir sahne tahayyül edin. Bir adam, bir binanın kapısından hızlıca çıkıyor. Üstü başı dağılmış, eli kravatına gidiyor ve hızlıca çekip çıkarıyor. Şakaklarındaki damarlar belirginleşmiş, kravatı çöp tenekesine atıyor. Üstüne çöp tenekesini tekmeleyip yoluna devam ediyor.” Bu sahneye bir de şöyle bakın. “Semih, aylardır çalıştığı projeye bir başkasının çökmesine o kadar sinirlenmişti ki üstünü başını yırtarak binadan bağıra bağıra gitti.”
İlkinde gösterdik, ikincisinde anlattık. Gösterdiğimiz sahnenin arka planında ne geçtiğini bilmiyoruz fakat bu bir kitaptan alıntı olsaydı mutlaka arkada neler döndüğü hakkında bilgi sahibi olurduk. Karakterin yaşadığı sıkıntının fiziksel etkilerini gösterdik. Bu sayede okurun hayal gücünü hem dürtükledik hem de destekledik. Gerisini ona bıraktık. Fakat eğer ikincisindeki gibi anlatsaydık, hayal gücünü dürtükleyemeyecektik. Haber okur gibi okuyup geçecekti. İlgiyi, sürükleyiciliği ve duygusal bağ kurmayı desteklemek için hayal gücünü harekete geçirmek gerek. Bunun bir de “pasif bilgi” yönü var. Eğer sadece anlatırsak, okur bir süre sonra farkında olmadan altında ıslandığı pasif bilgi yağmuruna tutulmuş olur. Muhtemelen de okumayı bırakır.
Bir başka konu ise okutmak değil, okumayı istemelerini sağlamak. Bu yazıyı okuyan çoğu kişi hatırlar, üniversite zamanında derslerdeki okuma listeleri hepimiz için birer çileydi. Ne kadar güzel kitaplar olursa olsunlar, hiçbirini okumak içimizden gelmezdi. Aradan yıllar geçtikten sonra bazılarını kendi isteğimle okuduğumda gerçekten keyif aldığımı fark ettim. Fakat yine aynı kitaba uzunca bir süre düşmandım. Sevdiğini söyleyenlere inanmaz gözlerle bakardım. Çünkü işin içinde bir “zorunluluk” söz konusuydu.
Yapmamız gereken şey, insanlara herhangi bir vaatte bulunmayan fakat onlara okumaya devam etme isteği, dürtüsü, baskısı - artık her ne derseniz - aşılayan şeyler yazabilmek. Bunun için şu an aklınızda beliren kitabı tekrar elinize alın ve size kendini nasıl okuttuğunu anlamaya çalışın. Neyi nasıl yapmış? Nasıl yazmış da siz kafanızı kaldırmadan okumak istemişsiniz?
Kendimce sayabileceğim birkaç madde var:
1- Uzun monolog ve betimlemelere boğmayın
2- Ağdalı, virgüllere boğulmuş cümlelerle aranızı bozun
3- Betimlemeleri gerektiği kadar kullanın, asla fazlası değil
4- Farklı anlatım teknikleri deneyin, önce sonunu yazıp sonra başa dönün mesela
5- Tıkandığınız noktada hayal gücünüzü zorlamak için üç kelime taktiğini deneyin. Rastgele üç kelimeden bir şeyler çıkarmaya çalışın.
Ne yaparsanız yapın, özgün yazın.