Uzunca bir süredir -takribi on yıldan süredir- neden Türkiye’de fantastik bu denli geri düşüncesiyle yaşıyorum. Lise zamanlarımda çıkmıştı bu düşünce zihnimde. Hatırlıyorum, o zamanki hikayelerimde ismi Mehmet olan bir kahraman yazdığımda arkadaşlarım dalga geçerdi. Mehmet diye süper kahraman mı olur? Olur, çok da güzel olur.
Bazılarınız aşinadır. Türk halk kültüründe ve Orta Asya mitolojisinde pek çok farklı ve özgün yaratık tasviri vardır. Saymakla da bitmez üstelik. Alkarısı, Gulyabani, Demirkıynak, Hınkır Munkur, Ak-Burşun ve Kök-Burşun, Sangal ile Bükrek, Erlik Han, Ülgen Han, İyeler, Su Ninesi, Çay Ninesi falan filan. Tüm bunlar o kadar derya deniz ki, hala şaşırtır beni. Fakat son yıllara kadar bu alana adım atan Türk yazar yoktu neredeyse desek yalan olmaz. Çoğu insan, bu alandaki emeği çok fazladır, Mehmet Berk Yaltırık sayesinde biraz biraz tanımaya başladı bu kavramları. Derlediği memoratlar, yazdığı hikayeler sayesinde Türk kültüründe cinden, şeytandan başka şeyler olduğunu gördüler. Hepimiz Batı işi fantastik işlerle büyüdük. Yüzüklerin Efendisi her şeyin başıydı kabul ediyorum fakat sonrasında gelenler hep vampir, elf, cüce, ork, goblin, hobbit, ejderha, büyü vb. kavramlar içerdi. Bu kavramların görmezden gelinemeyecek kadar büyük olduklarını kabul ediyorum. Fakat bizim kültürümüzde de Ubır denen bir şey var mesela. Kaç kişi biliyor bunu? Bildiğin vampir ama bence daha güzeli. Ak Burşun ve Kök Burşunların adlarını geçirdim yukarıda. Bunlar bildiğin Pegasus.
Bükrek ve Sangal var mesela. Birbirleriyle dokuz yıl aralıksız savaşan ve sonra Bükrek’in galip çıktığı iki ejderha. Yin ve yang işte. Biri kötücül, diğeri iyicil. Ayrıca Bükrek’in her bin yılda bir Anadolu’ya inerek ortalığı kolaçan edip gittiği söylenir. Siz de fark etmişsinizdir, bu mitler görmezden gelmek için fazla iyi değiller mi? Elbette Türkiye’de de bazı girişimler oldu fantastik konusunda. Saygın Ersin’in Yedi Kartal Efsanesi bunlardan benim şahsen en beğendiğimdir. Daha bir sürü isim zikretmek gerekir fakat konudan sapmak istemiyorum.
Türk mitolojisinde fantastik unsur yukarıda saydıklarımla sınırlı değil elbette. Mesela Oğuz Han’ın üzerilerine sefer düzenlediği destanda konu edilmiş olan İtbaraklar var. Piri Reis’in çizdiği haritada gösterdiği türlü tuhaf varlık var. Aslen bir Türk olan fakat kim olduğu hâlen çözülememiş Mehmed Siyahkalem’in çizimleri var. Cinlerin Ustası olarak ünlenen bu adam öyle minyatürler çizmiş ki, tek başlarına koca bir derya deniz. Neyse ki, Barış Müstecaplıoğlu “Bir Hayaldi Gerçekten Güzel” isimli bir kurgu kaleme almış bile. Okumadım ama kendisinin kalemini çok severim, okumadan tavsiye edebilirim.
Söyleyecek gerçekten çok şey var. Mesela, Korkut Ata. Bak zaten var orada yazılmışı, buradan yola çıkarak yapılabilir bir şeyler. Ama yok, bizim insanımız bir süper kahramanın ismi Mehmet olduğu zaman bir yadırgar. Kendi aşağılık kompleksinin altından boynunu çıkaramaz. Bizim ne haddimize der ve Bruce, John, George vs. isimleri okumayı tercih eder. Bugünün genç kuşağı da ne yazık ki bu yoldan yürüyor. Elbette tamamen sıfırdan kurguladıkları evrenlerde istedikleri isimleri kullanmakta özgürler ama o evren tamamen özgün mü gerçekten? Bugüne kadar Dracula’nın çıkardığı vampir teması üzerinde yükselen kaç kitap yazıldı acaba? Ama bir düşünüldüğünde, yeni doğum yapmış kadınların etrafında gezen ve onları boş bulduklarında ciğerlerini söken bir yaratık olan Alkarısı daha ürpertici değil mi? Yahut, gecenin kör karanlığında, ıssız bir köy yolunda eşinin dostunun sesini duyup da ormanın içine çekilen ve daha da oradan çıkamayan insanlar da yeterince korkunç değil mi? İlla korkunç olmasına gerek yok, eğlencelileri de var. Hınkır Munkur (Hınkır Pınkır diye de bilinir) var mesela, yakaladığı insanları önce boğar, sonra da yer. Karnındaki bir kesede yavrusunu taşır. Felaket derecede kötücül bir varlık. Üzerine işerseniz ondan kurtulursunuz, en korktuğu şey idrar. Bu özgünlük başka yerde pek yoktur diye tahmin ediyorum.
İşte buna kızıyorum. Elimizdekinin değerini daha tartmaya dahi yanaşmadan birilerinin bir şekilde popüler hale getirdiği kavramlar üzerinden yaşıyoruz zevklerimizi bile. Japonlar anime ve mangalar aracılığıyla tüm dünyaya kültür ve mitolojilerini ihraç ettiler. Şu an akın akın insan Japonca öğreniyor, Japon ürünleri satın alıyor. Amerikalılar zaten hakim kültür. Koreliler ve Hintliler sinemalarında kendi kültürlerini koyarak dünya çapında bir üne kavuştular. Türkiye’deki sinema ve dizi sektörünü düşündüğünüzde çok gerisindeyiz. Tarihi diziler yapmak belki bir yere kadar işleyen bir fikirdi ama artık hepsi birbirinin aynısı. Türkiye olarak elimizdeki mirası kullanmayı öğrenmemiz lazım.
Daha biz Mehmet diye bir süper kahraman olmasını kabullenemezken başkalarına nasıl kabul ettirebiliriz ki? Üçüncü sınıf korku filmlerinde gösterdiğimiz cinlerden, Osmanlı ve Selçuklu zamanında geçen tarihi dizilerden bahsetmiyorum. Orta Asya’dan alıp buraya getirdiğimiz, gerçek halkın akşamları üzerinde konuştuğu ve korktuğu, çocukların yaramazlık karşısında korkutulduğu, lohusa kadınların korkudan tek başlarına bırakılamadığı varlıklardan bahsediyorum.
Düşüncelerinizi siz de paylaşın. Bunu belki bir harekete dönüştürmekte başarılı olabiliriz.