Miyazaki’yi bilen, filmlerini izleyen herkes aslında ne kast ettiğimi anlamıştır diye düşünüyorum. Howl’un Yürüyen Şatosu (2004) filmini düşünün. O şatonun her tarafından bir balkon, bir soba borusu, bir çamaşır ipi, ne bileyim bir sundurma falan dışarı doğru sarkar. Ha düştü ha düşecek görünür ama asla düşmez. Her tarafında bir kapı görünür. Bazıları insanın erişmesine imkan dahi vermeyecek şekilde yerden beş metre yukarıdadır ama o kapının orada olması garip bir haz, bir huzur verir bana. Çünkü o kapının mutlaka orada olmasının bir manası vardır, arkasında bir şey vardır onun yahut açılınca birden bir şey olacak ve bir yere bağlanacaktır. Ruhların Kaçışı (2001) filminde gördüğümüz o devasa kaplıca binası önce sıradan bir kaplıca gibi görünür. Fakat filmin ilerleyen aşamalarında kat kat aşağılara kadar uzanır, en sonunda da binanın kazan dairesine ulaşırız. Orada altı kolu olan ateşçi Kamaji’yi, işletmekle görevli olduğu devasa demir kazanı ve o kazana kömür taşıyan minik siyah yaratıkları görürüz. Steampunk, industrialpunk (aslen bir müzik türü de edebiyatta da karşılığı hemen anlaşılır diye düşünüyorum) ve büyülü gerçekçilik gibi türlerin en naif ve samimi örnekleri bence bunlardır. Soğuk değildir, aksine sıcak ve canlıdır. Doğa ve insan sihirli bir şekilde iç içe geçmiş durumdadır. Bu evrende var olan makineler de canlıdır. Gıcırdar, homurdar hatta terler fakat onlara emek veren bir ustaları da mutlaka vardır. Teknolojinin insan ırkına düşman olduğu distopik evrenlere bakıldığında burası aslında bir ütopyadır benim gözümde. Bacalar tüter, kapılar gıcırdar, sıcak su boruları mırıldanır ve o şato bir şekilde yürür. Çünkü Miyazaki’ye göre -bence- her ögenin kendi ruhu vardır ve bu yüznden de her ögenin bir hikayesi de vardır. Belli bir amaca hizmet etmek için üretilmemişlerdir, var olmak ve kendi hikayelerini yaşamak için varlardır. Aslolan hikaye olduğu için de bu dünyalar bizim için erişilebilir, dokunulabilir ve özümsenebilir olur. İçine girsek muhtemelen bir daha çıkmak istemeyiz.
Bu film pek çok şey içeriyor. Bir fantastik yapım olsa da içerisinde büyülü gerçekçilik ögeleri de çok fazla. Nasıl oluyor diyeceksiniz, oluyor işte. Mimari anlamda oluyor. Çünkü mimaride fantastik bir anlayış yok bildiğim kadarıyla, varsa da işte Gökteki Kale, Yıldız Savaşları gibi filmlerle bağdaştırılabilir sanırım. Fakat buradaki tek bir binada bunu açıklamak fantastik terimiyle bence mümkün değil. Bina sanki canlı, her uzvunu ihtiyaç duydukça kendisi geliştirmiş gibi görünüyor. Baş karakterimiz olan küçük kızın binanın dışından alt katlara doğru merdivenlerden indiği sahnede aşağı indikçe atmosfer de binanın rengi de solar. En sonunda gürültülü, basık ve sıcak bir yer olan kazan dairesini görürüz. Ama sanki yüzlerce metre aşağı inmişizdir - ki inmiş olabiliriz. Bu kazan dairesi o yapının kalbidir, canlı olduğuna bir kanıttır adeta. Çünkü Kamaji o kazanı beslemeyi bıraktığında bütün binanın sıcak suyu kesilecektir ama aslında binanın kendisini besleyen bir şeyler de vardır sanki o kazanda. Aynısı Howl’un Yürüyen Şatosu’nda Calcifer (Karushifa) isimli ateş ruhu da Yürüyen Şato’yu hareket ettirmekle, sıcak su sağlamakla görevlidir. İşte değinmek istediğim nokta da burası. Bu binalar bana hep canlıymış gibi gelir. Bir kapısını açtığımda ardında bana ne göstereceği tamamen ona kalmış gibi hissederim. Canı isterse penceresini açar, canı istemezse kapısını kapattırmaz. Yaşamak istediğim yer böyle işte.
Biraz araştırınca buna Organik Mimari diyenler olduğunu gördüm. Eklektik diyenler gördüm. Kaotik diyenler gördüm. Ama tam olarak şudur diyen kimseyi göremedim. Miyazaki amcamızın zihnindeki her neyse o olarak kaldı, belli bir ismi yok. Fakat Kaotik-Organik gibi bir yakıştırma belki deneyebiliriz. Ya da en basit haliyle ‘Gecekondu Usulü Çarpık Mimari’ deyip ben kendim geçeceğim ama bu da karşılamıyor. Her neyse, amacım zaten mimari bir inceleme yapmak da değil. İçimdeki hisleri dışa vurmak.
Geçenlerde bir rüya gördüm, rüyamda da yine böyle büyük bir evi hayran hayran geziyordum. Muhteşem bir mutfak hatırlıyorum, taş bir ocak, her yerden fışkıran dolaplar çekmeceler, karmaşık bir su tesisatı, her odada farklı farklı kapılar, balkonlar… Elimi attığım yerden işime mutlaka yarayacak ve o evde yaşasam beni çok rahat yaşatacak şeyler çıkıyordu. Uzun zamandır bir rüyada o kadar mutlu olmamıştım.