Neden Harry Potter bu kadar tanıdık?
Eminim herkesin kendini ait hissettiği bir binası bile vardır.
Özellikle benim jenerasyonum Harry Potter ile büyüdü. Bizden sonrakiler de öyle diyebiliriz. Tek tük karşılaşsam da Harry Potter evrenini sevmeyen kişi sayısı gerçekten az. Onlar da nedense inatla Yüzüklerin Efendisi ile karşılaştırıp yeriyorlar. Burada durup dururken Yüzüklerin Efendisi mi Harry Potter mı gibi saçma sapan bir laf dalaşına girmeyeceğim. Tabiki Yüzüklerin Efendisi evreni döver. Fakat burada Harry Potter konuşacağız.
Şu aralar bir evren kurma işiyle uğraşıyorum. Yazmaya çizmeye meraklı herkesin aklının bir köşesinde vardır bu. Ben de kendi dünyamı tasarlasam, at koştursam çayırlarda, ejderha avlasam vadilerde diye geçer içimizden. Benim de tam olarak öyle. Çocukluğumdan beri kendi evrenimi oluşturmak ve içinde maceradan maceraya koşmak isterim (gerçek hayatta üşengeçin tekiyim, yürüyüşe bile çıkmam). Yine böyle düşünürken kafama dank etti. Sahi dedim, Harry Potter evrenini bize bu kadar sevdiren şey ne? Sihir mi? Harry’nin mazlumluğu mu? Voldemort’un burnunun olmaması mı? Dumbledore mu? (Bir yere kadar Dumbledore olduğunu reddetmeyeceğim.) Bence bunların hiçbiri.
Bize Harry Potter evrenini sevdiren, bizim içimizde bir şeyleri kıpraştırıp ‘Ah ulen biz de büyücü olaydık, nolurdu sanki!’ dedirten şey Hogwarts’tan başka bir şey değil. Peki neden? Çünkü hepimiz öğrencilik nedir biliyoruz. Öğrenciliğin ne kadar sıkıcı, bunaltıcı ve azap verici bir şey olduğunun farkındayız. Bir yandan da hayatımızın en güzel arkadaşlıklarını, en temiz duygularını ve belki de en eğlenceli günlerini yaşadığımız yer okuldan başka bir yer değildi. Herkeste karşılığı olan bir mekanı bu denli güzel bir hale büründürünce hiç kimse istemezük diyemedi tabi. Hepimiz bir kez dahi olsa o mektup bize de gelse keşke demişizdir. Şu an içinde yaşadığımız dünyayı bırakıp bambaşka şeylerle dolu fakat -dikkatinizi çekerim- yabancı olmayan bir yere gitmek istemişizdir. Okul okuldur nihayetinde. Hele de sihir gibi, Quidditch gibi, ne bileyim ev cinleriyle troller gibi şeylerle dolu olan bir okulu hangimiz istemeyiz ki? Hepimiz farkında olmasak da kendi müdürümüzle Dumbledore’u bir yan yana koymuşuzdur. Profesör Snape kime denk düşer bizim okulda acaba demişizdir.
Bir de, Hogwarts’ta geçen zamanın diğer zamanlardan daha keyifli geçmesi kısmı var işin. Hepimiz yaz tatilini dört gözle beklerdik okul zamanı. Fakat Harry asla yaz tatili gelsin istemezdi. Biz SBS - YGS - AYT - KPSS, artık her ne sınava girdiyseniz, uğraşırken o İksir mi Kehanet mi, Karanlık Sanatlar mı Tılsımlar mı diye düşünürken ağır eğiyordu. İşsizlik derdinin olmamasını söylemiyorum bile.
Rowling ablamız gerçekten çok derin ve sağlam temeller üzerine oturmuş bir evren kurmuş, hakkını asla yiyemeyiz. Fakat bu hikaye Hogwarts’ta geçmeseydi bu kadar hayran toplayabilir miydi emin değilim. Fantastik kurgu dediğimiz hepimizin aklına savaş meydanları, ejderhalar, elfler, cüceler, devasa kılıçlar, ne bileyim vampirler, kurtadamlar falan geliyor hala. Günlük hayatımızda kendimizle bağdaştırmamız zor olan terimler bunlar. Aramızda aktif olarak bir savaş meydanı gören yoktur, diğerlerini zaten saymıyorum. Ama her birimiz bir okul sırası gördük, sınav gördük, okulda nefret ettiğimiz hocalarımız oldu, okul kurallarına karşı geldik (kuytuda sigara içmek dahi olsa yaptık), okulun camını kırdığımız için hademeyle başımız derde girdi falan filan. Çok da uzatmaya gerek yok bunu.
Olur da denk gelip bu yazıyı okuyacak ve kendi evrenini kurmaya çalışan biri olursa tek diyebileceğim şey şu; aşina olduğumuz bir parçası muhakkak olsun.
— Yüzüklerin Efendisi konusunda da şunları demek isterim.
Yüzüklerin Efendisi zaten en aşina olduğumuz konu üzerinde yükseliyor bence. Arkadaşlık, yolculuk ve özgürlük.
Hiç böyle düşünmemistim, bu tanıdıklık meselesi ve okulla kurduğumuz ilişki açısından Harry Potter kafamda yeni pencereler açtı.